Artık ‘Yazlar sıcak ve kurak, kışlar ılık ve yağışlı’ değil!
2013 yılının mayıs ayında yüzde 82 oranında dolu olan İstanbul barajlarının bu yılın haziran ayı için doluluk oranı sadece yüzde 26. Rakamlar İstanbul’dan ancak kuraklık Türkiye geneli için geçerli. Kent merkezlerinde sele neden olan yağışlara rağmen barajlar dolmuyor. Meteoroloji Mühendisi Prof. Dr. Miktad Kadıoğlu’na göre herkesin bildiği Türkiye’nin iklimine dair o tekerleme de bozuldu. Türkiye, “Yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve yağışlı” değil artık. Artık Türkiye’de kışlar “ılık ve kurak.”
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölümü ve Afet Yönetim Merkezi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Miktad Kadıoğlu ile kuraklığın ve su kıtlığının sebeplerini ve sonuçlarını konuştuk .
Kuraklık nedir ve kaç evreden oluşuyor?
Kuraklık önce meteorolojik olarak başlıyor, yani yağış eksikliğiyle. Sonra bu yağış eksikliği belli bir zaman sonra yeraltı suları, barajlar ve göllerde kendini gösteriyor. Buna da hidrolojik kuraklık diyoruz. Tarlaları ekip biçmek için suya ihtiyaç olduğu zaman, rezerv alanında da suyu bulamayınca toprak da kuru oluyor, o zaman da üçüncü evre olan tarımsal kuraklık gerçekleşiyor. Bu hidrolojik ve tarımsal kuraklık, belli bir zaman sonra tarım ürünlerini ve enerji üretimini aksatmaya başlıyor. Tarım ürünlerinde fiyat artışları, zamlar, enerji kesintileri veya enerjinin daha pahalı kaynaklardan temin edilmesi gerçekleşiyor. O zaman buna da sosyo-ekonomik kuraklık deniyor.
Türkiye kaçıncı evrede şu an?
Son aşama olan sosyo-ekonomik kuraklığa gelme evresindeyiz. Bu yıl yine bir önceki yılın yağışları fazlaydı, oradan idare ettik. Eğer 1 Ekim 2015’te başlayacak su yılı da kötü giderse seneye daha şiddetli kuraklık hissedeceğiz
O zamana nasıl bir senaryo ortaya çıkar?
O zaman su kesintileri, tarımsal rekolte düşüşleri olacak. Daha fazla orman yangını, daha çok kene, çekirge, daha çok haşere olacak demek.
Yağışlara rağmen barajlar neden dolmuyor?
Baharda yağan yağışlar sağanak gök gürültülü yağışlar. Kar gibi bölgesel yağışlar değil. Bakıyorsunuz her tarafı sel götürüyor ama barajdaki su seviyesi yüzde bir bile artmamış. Bizim için önemli olan o soğuk havada, buharlaşmanın az olduğu zamanda kar yağması ve sürekli yağması. Bunlar net kazanç oluyor. Yeraltı sularını da besliyor. Bir, iki saatlik yağış önemli değil. Ekim, kasım, aralık, ocak, şubat, mart çok önemli. Bu aylarda esas yağış alıyoruz. Bu aylardaki gidişat neyse ona göre tedbir almak gerekiyor.
Nasıl tedbirler alınması gerekiyor?
Çiftçi baktı ki kurak, daha az su ihtiyacı olan bitkileri dikmesi lazım. Kuraklığa rağmen hâlâ şeker pancarı, pirinç dikilecek derseniz olmaz. Tarımın kuraklığa göre daha kolay manevra edilebilir olması lazım. Bunun bir politika ve eğitim haline gelmesi lazım.
Sizce Türkiye’nin kuraklıkla mücadele planı yok mu?
Türkiye’deki problem şu; meteorolojik kuraklığı bir bakanlık, hidrolojik kuraklığı başka bir bakanlık, tarımsal kuraklığı başka bir bakanlık izliyor. Biri kuraklık var diyor, biri yok diyor. Herkesin parametreleri farklı. Oysa kuraklığı tek elden incelemek lazım. Biz gelecek yağışlara bel bağlayarak gidiyoruz. Dünyada ülkelerin, şehirlerin kuraklıkla mücadele eylem planları var. Bu planda aşama aşama hangi tedbirler alınacağı, halka anlatılacak önlemler, bilincin artırılması için kampanyalar vardır. Nasıl ki yılbaşında mali bütçeler devreye girer, 1 Ekim olan su yılının başında da su bütçeleri devreye girmeli. Su bütçeyle yönetilmiyor.
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın kuraklıkla mücadele planı vardı…
Adı eylem planı ama hiçbir eylemini görmedik. Suyun büyük bir kısmını tarım kullanıyor ama tarımda yapılacak bir tasarruf çok büyük miktarlar anlamına gelmiyor. Bu plan sadece tarım için olmamalı.
Kuraklığın ve su kıtlığının sebebi sadece iklim değişikliği mi?
Hayır değil. Yağmur az yağıyor, siz masraf yapıp arıtıyorsunuz, elektrik harcıyorsunuz. Ancak şehirlerde suyun büyük kısmı şebekeden toprağa sızıyor. Bazı illerde yüzde 45’lere kadar çıkıyor bu oran. Yağışlar azaldı ama az yağan yağmurları da hasat edemiyorsunuz. Bakıyorsunuz Ömerli Barajı’nın havzasında kocaman bir ilçe kurulmuş. Eskiden yağan yağmurlar toprağa, topraktan sızarak göle gidiyordu. Su havzalarında kurulan şehirler yüzünden yağan yağmurlar çatılarda toplanıyor, oradan kanalizasyona, oradan da denize gidiyor. Yağmur yağdı diye seviniliyor ama ancak yağmur barajın üzerine yağarsa baraja gidiyor. Suyu toplama konusunda eksiğimiz var. Suyu tüketmeye yönelik ise aşırı bir gidişat var. Havuzlar, kanallar, yapay boğazlar; ters yönde gidiyoruz. Su kıtlığının son nedeni kuraklık. Su kıtlığının bellibaşlı nedeni aşırı nüfus ve sanayinin bir yerde toplanarak aşırı talep yaratması. Çoğu yerde erozyon ve çölleşmeye neden olduk, su havzalarını yerleşime açtık. Suyu kirlettik, doğru kullanmadık. Bunlar kuraklıktan önceki nedenler.
Su havzaları dikkate alınmıyor mu planlamalarda?
Hayır dikkate alınmıyor. Yurtdışında bir şehir yapılacağı zaman su havzaları ne kadar, ne kadar kişiyi besler diye bakılıp ona göre kuruluyor şehir. Türkiye’de hiç bakılmadan bütün nüfus, sanayi bir yerde toplanabiliyor. Sonra su ihtiyacını karşılamak için diğer bölgelerden su taşıyarak karşılamaya çalışıyoruz.
Melen projesiyle de İstanbul’a su taşınıyor. Büyük yatırımlar yapıldı bu konuda, ikinci aşaması da devam ediyor.
Suyu başka yerden taşımak çok da masraflı, elektrik istiyor. Suyu taşırken aldığınız bölgeyi de kurutabiliriz. İstanbul böyle aşırı büyümeye devam ederse, sürekli etraftaki suları toplayarak etrafını da kurutabilir. Dünyada böyle çok örnek var. Aral Gölü mesela. Etraftaki aşırı su tüketiminden kurumuştur. Suyu taşımak kısa vadede çözüm ama çok uzun vadede şehirler arası su problemi yaratabilecek bir şey. Nüfusun ve sanayinin İstanbul’da kontrol edilmesi lazım mutlaka. Çünkü buranın havasının, suyunun taşıyacağı bir kapasite var. Yoksa çöküşe doğru gidiyor İstanbul ve çökerken etrafını da çökertecek. Etraftaki suları, çiftçiliği, hayvancılığı da kurutacak.
Su taşımaktan öte neler yapılmalı?
Türkiye’nin iyi bir arazi planlaması yapması lazım. Neresi tarım alanı, neresi su havzası, neresi fabrika alanı diye bilmek gerekiyor. Adapazarı Ovası’nı fabrika ile doldurmak, su havzalarını yerleşime açmak doğru değil. Bunlar belirlendikten sonra tarım alanlarını ve su havzalarını çok iyi korumak lazım. Mesela İstanbul’da Elmalı Barajı devre dışı. Aşırı kirlenmiş durumda. Ömerli Barajı’nın etrafında Sultanbeyli gibi büyük ilçe var. Büyükçekmece ve Küçükçekmece etrafında çimento fabrikaları var. Sazlıdere Barajı da Kanal İstanbul yapılırsa iptal olacak. İstanbul içindeki barajların önemi yok. Nasılsa suyu pompalarla bir yerden getiriyoruz diye düşünülüyor ve depo olarak kullanılıyor. Yeraltı suları kirleniyor ve aşırı tüketiliyor. Yeraltı suları stratejiktir. Normal zamanda kullanılmaz. Türkiye’de su doğuda, nüfus ve sanayi batıda yerleşmiş, bu ikisi problem yaratıyor. Türkiye’nin değişik yerlerinde yeni kentler, cazibe merkezlerinin kurulması lazım.
Su havzalarındaki kamulaştırmalar, koruma alanları, ilave kaynaklar yapıldığına dair rakamlar açıklanıyor bir yandan da…
Faaliyet raporları açıklanıyor ama sonuçta bakıyorsunuz su havzaları kirleniyor, su azalıyor, devre dışı kalan barajlar var.
Peki sizce gelecekteki planlamalar yapılırken iklim değişikliği hesaba katılıyor mu?
İklim değiştiği zaman nerede Mısır, fındık, pamuk yetiştirilecek? Bunlar da değişiyor. Diyelim ki ileride öyle bir bölge var ki pamuk yetiştirilebilecek. Siz orayı bugünden yerleşime açarsanız ileride pamuk yetiştirme şansını kaybediyorsunuz. Gelecekteki iklim şartlarına göre bir altyapı kurmuyoruz. Su ihtiyacı da sadece nüfusa göre hesap ediliyor. 1990’larda yıllık kişi başına düşen su miktarı 3 bin metreküptü , 2050’de artan nüfusla birlikte 1250 metreküpe düşecek. İklim değişikliği de hesaba katılınca bu 700 metreküpe düşüyor. İklim değişikliğini Türkiye’ye konduramıyor bizim millet. İklim değişikliğini gündelik hayatımızda, devlet politikamızda, mühendislikte benimsemiş değiliz. Ne baraj yaparken, ne fabrika seçerken, ne de bir yere teşvik verirken iklim değişikliğini hesaba katıyoruz.