“Türkiye’yi almamız lazım”
Osmanlı İmparatorluğu’nun son padişahlarından Sultan 2. Abdülhamid’in 11 yasal mirasçısı mahkemeye başvurarak, “Hilafetin kaldırılması ve Osmanlı Hanedanı üyelerinin yurt dışına çıkarılmasına dair kanunun” yanlış uygulanması sonucu mülkiyet haklarının ihlal edildiğini öne sürdü.
37 BİN GAYRİMENKULÜ VAR İDDİASI
Abdülhamid Han’ın torunları olan Harun Abdülkerim Osmanoğlu, Dündar Abdülkerim Osmanoğlu, Osman Nami Osmanoğlu, Abdülhamid Kayıhan Osmanoğlu ve Bülent Osman’ın da aralarında bulunduğu 11 mirasçısı, kendilerine gayrimenkul mülkiyetinin intikalini engelleyecek herhangi bir kısıtlama içermeyen ve güncel varisleri gösteren mirasçılık belgesi verilmesini talep etti. Medyada çıkan haberlerde; 1918 yılında hayatını kaybeden ve 103 varisi bulunan 2. Abdülhamid’in eski tapu kayıtlarına göre tespit edilen yaklaşık 37 bin gayrimenkulünün davaya konu olduğu iddia edilmişti.
AİLE İTİBARI GERİ VERİLSİN
Sultan 2. Abdülhamid’in torunu ve sürgünden sonra doğan ilk şehzade olan Abdülhamid Kayıhan Osmanoğlu, açılan davanın ilk etapta bir veraset davası olduğuna dikkat çekti. Aile büyükleri olan Sultan Abdülhamid’ın torunu olan babası Harun Abdülkerim Efendi’den kendilerine geçen bir mirasın olduğuna işaret eden Şehzade Abdülhamid Kayıhan Osmanoğlu, şöyle konuştu: “Bizim 27 Mart’ta görülecek olan bir veraset davamız var. Veraset davasının ardından netice nasıl olur, bunu hep birlikte göreceğiz. Çünkü sanal alemde olsun, farklı yerlerde olsun akla gelmeyecek şeyler yazılıyor. Ben şunu söylemek istiyorum; herkes elini vicdanına koysun. Artık herkes bizi sahipleniyor ama daha çok sahiplenelim ve en kısa zamanda aile itibarı geri verilsin.”
O ZAMAN TÜRKİYE’NİN TAMAMINI ALMAMIZ LAZIM
Aile olarak konunun takipçisi olduklarını ve veraset davasının sonucunu beklediklerinin altını çizen Osmanoğlu, şunları söyledi: “Allah nasip ederse, veraset davasının sonucunu bekliyoruz. Biz hangi yeri isteyelim ki? Türkiye’yi almamız lazım o zaman. Türkiye’de o kadar çok yerimiz var ki. İpsala’dan tutun Diyarbakır’a, Mardin’den tutun Trabzon’a, Trabzon’dan tutun İstanbul’a kadar her yerde yerimiz var. Şimdi biz kalkıp parça parça değil, o zaman bizim Türkiye’nin tamamını almamız gerekiyor. O yüzden böyle bir şey söz konusu değil. Ama dedem Sultan Abdülhamid Han’ın şahsi tapulu bazı malları vardır. Zaten onu da nasıl yapılır veya nasıl olur; bunları ilerleyen zamanlarda kamuoyuyla paylaşacağız.”
Doğu Türkistan, Irak, Suriye, Filistin, Arıkan ve Mısır gibi dünyanın farklı noktalarında Müslümanların zulümle karşı karşıya kaldıklarına işaret eden Osmanoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Dünyanın her yerinde zulüm gören Müslüman kardeşlerimiz oluyor. Bunların önlemini alamıyoruz ne yazık ki. Dünyadaki bütün Müslümanların bir başı olursa ve bir lideri olursa bu kan akmayacaktır. Nasıl olur ve ne zaman gelir bilemiyorum ama inşallah böyle bir lider gelir”
“VAHDETTİN HAN VE ŞEHZADELERİN MEZARLARI TÜRKİYE’YE GETİRİLSİN”
Sultan 2. Abdülhamid’in en büyük torunu ve ailenin en yaşlı 2. ferdi olan amcası Şehzade Dündar Efendi’nin halen yaşamını Suriye’nin başkenti Şam’da sürdürdüğünü anımsatan Osmanoğlu, sözlerine şöyle devam etti: “Vahdettin Han ve bazı şehzadelerin mezarları halen Suriye’de bulunuyor. 1930 doğumlu amcamız halen sağ. Vahdettin Han’ın türbesi ve şehzadelerin mezarlarının Türkiye’ye getirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü her geçen gün orada sorunlar artıyor. Vahdettin Han, ‘Beni Osmanlı topraklarına gömün’ demişti. Sonuçta orası da Osmanlı toprağıdır. O zaman vasiyeti yerine gelmişti. Ancak, şuanda durum içler acısı. Kardeşlerimiz orada katlediliyor. Ben bu mezarların Türkiye’ye gelmesini istiyorum. Bu benim şahsi düşüncem.”
“AYASOFYA’NIN ANAHTARINI ÜÇÜMÜZ BİRLİKTE HEDİYE EDELİM”
Ayasofya Camisi ile ilgili hanedan adına tek başına mücadele verdiğinin altını çizen Osmanoğlu, sözlerini şöyle tamamladı: “Sayın Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımızdan rica ediyorum; inşallah Ayasofya’yı vatandaşlarımıza ve tüm dünya Müslümanlarının ibadet etmesi için açmak nasip olur. Bu anahtarı Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımız ile üçümüz beraber Müslüman kardeşlerimize hediye ederiz. İnşallah dünyadaki bütün Müslüman kardeşlerimize orada ibadet etmek nasip olur.”
TARİHİ SÜREÇTE NELER YAŞANDI
Sultan 2. Abdülhamid’in bütün gayrımenkulleri, yerine gelen Sultan Reşad, 26 Nisan 1909’da İttihad ve Terakki’nin baskısıyla yayınladığı bir fermanla devrik hükümdarın Hazine-i Hassa’ya yani tahtın ve tacın hazinesine kattığı bütün gayrimenkulleri Maliye’ye devretti. Abdülhamid de, aynı yılın 16 Temmuz günü nakit parası ile bütün hisse senetlerini orduya bağışladı.
Abdülhamid’in varisleri, Cumhuriyet’in ilanından sonra, hükümdarın mirasını alabilmek için Türkiye içinde ve dışında çeşitli davalar açtı. Bilirkişi raporlarıyla devletleştirilen Hazine-i Hassa’nın padişahın değil “tahtın müşterek malı” olduğu ve Lozan Antlaşması’ndan sonra kurulan devletlere ait bulunduğuna karar verildi. Musul Petrolleri’ndeki Abdülhamid hissesini talep eden davalar da sonuçsuz kaldı. 1940’lı yıllarda bu gelişmeler yaşandığı sırada, Büyük Millet Meclisi, 1949’da iki ayrı karar aldı. 18 Nisan günü Pasaport Kanunu’nu değiştiren bir yasa çıkarıldı. Yasaya “Hanedan mensuplarından Türkiye’ye dönmelerine izin verilenlerin padişah mallarını talep edemeyecekleri” yönünde bir madde konuldu. Anayasa Mahkemesi’nin bulunmadığı o günlerde bazı karmaşık yasaların anlaşılması için Meclis “yorum kararı” veriyordu ve 2 Mayıs 1949’da yapılan yorumda, padişah mallarının mirasçılara intikal edemeyeceğine hükmedildi.