Cumhurbaşkanı’ndan Suriye mesajı!
New York’ta BM Genel Kurulu’na hitap eden Gül, “Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Suriye’de asli sorumluluğunu yerine getirmedeki başarısızlığı utanç vericidir” dedi.
Cumhurbaşkanı Gül şunları söyledi:
“Kenya, Irak ve Pakistan’daki terör saldırılarıyla ilgili haberler hepimizi derinden üzmüştür. Bu saldırıları en kuvvetli şekilde kınıyoruz. Kederin ve büyük acıların yaşandığı bu anda, dualarımızı ve başsağlığı dileklerimizi hayatını kaybedenlerin ailelerine sunuyoruz.
21. yüzyıla girdiğimizde geleceğe iyimserlikle bakmak için birçok nedenimiz vardı. Nitekim, Soğuk Savaş döneminin husumet ortamının son bulduğunu ve dünyanın ahlaki dengesinin barış arayışına yöneldiğini görmüştük. Kalıcı bir barışın, sadece savaşın yokluğundan ibaret olmadığının bilincindeydik. Uluslararası toplum olarak, istikrarlı bir dünya düzeni için birlikte çalışmanın zorunluluğunun idraki içindeydik. Bu anlayış doğrultusunda, Birleşmiş Milletler sisteminin temelini oluşturan evrensel ilkelere yönelik güçlü taahhüdümüzü muhafaza ettik. Ayrıca, dayanışma ve işbirliği ruhuyla, terörizm belasına karşı uluslararası düzeyde etkili yanıtlar geliştirdik. Ne var ki, günümüzün en derin krizleri iç çatışmalardan neşet etmektedir. Bu tür çatışmalar gerek sıklık, gerek boyut bakımından artış göstermektedir. Yönetilenlerin yönetenlerden rızalarını çekmelerinden kaynaklanan siyasi meşruiyet sorunlarına dayalı bu tür çatışmalar, ülke içi düzenlerin sarsılmasına yol açmaktadır.
SİYASİ MEŞRUİYETTEN YOKSUN LİDERLER, HALKLARINA KARŞI SORUMSUZ HAREKETLERLE ZAMAN KAZABİLECEKLERİNE İNANIRLAR
Siyasi meşruiyetten yoksun liderlerin hepsi, ortak bir yanılgı içindedirler: geleceği görmek ve dönüşümü yönetmek yerine, kendi halklarına karşı sorumsuz hareketlerle zaman kazabileceklerine inanırlar. Nihayetinde bu tür iç çatışmalar Suriye’de tanık olduğumuz trajedideki gibi iç savaşlara yol açmaktadır. Bu liderlerin eylemlerinin kendi sınırlarının ötesinde de barış ve güvenliğe yansımaları olmaktadır. Bazı liderlerin, kendi güvenliklerini diğer ülkelerde güvenlik sorununa sebep olacak şekilde belirlemekte ısrar etmeleri halinde, müşterek güvenlikten söz edilemez. Bugün, bölgesel ve uluslararası barış ve güvenliğin sağlanması, her bir ülkede iç düzeninin idamesine bağlıdır. Bölgesel ve uluslararası güvenliğin anahtarı gerçek iç barıştır. Bu konu, önümüzdeki yıllarda daha fazla karşılaşacağımız bir mesele olmaya devam edecektir.
BM, KUVVETE DAYANAN SİYASET UĞRUNA ASLİ SORUMLULUĞUNU ASLA TERK ETMEMELİDİR
Güçlü, etkin ve güvenilir bir BM, hepimizin ihtiyacıdır. Günümüzün küresel gerçeklerine hazırlıklı bir BM’ye ihtiyaç duyuyoruz. Böyle bir BM, uluslararası barış ve güvenliğin muhafazası için harekete geçme yeteneğine sahip olmalıdır. Güvenliği, adaleti ve insanların temel hak ve özgürlüklerini koruyabilmelidir. Kuvvete dayanan siyaset uğruna bu asli sorumluluğunu asla terk etmemelidir. Güvenlik Konseyinin tepkisiz kalmasının, saldırgan rejimleri cesaretlendirdiğinin bilincinde olmalıyız. Acımasız eylemlerin faillerini adalete ve hukuka teslim etmeye muktedir bir BM’ye ihtiyacımız var. BM’nin kurucularının tasavvur ettiği gerçek barışçı bir dünyaya ancak böyle bir BM’yle ulaşabiliriz. Bu asli bir hedef olmanın ötesinde, acil bir ihtiyaçtır. BM sisteminin anlamını korumasının ve güvenilir kalabilmesinin yegane yolu, kararlı adımlar atabilmesidir. Dünyadaki yeni koşullar ışığında, gerçek anlamda demokratik, temsil kabiliyetine sahip, etkin ve hesap verebilir bir Güvenlik Konseyi gerekmektedir.
BU STOK TAMAMIYLA İMHA EDİLDİĞİNDE, SURİYE HALKI VE BÖLGE RAHAT BİR NEFES ALACAKTIR
Bugün karşı karşıya olduğumuz hiçbir mesele, Suriye’deki durumdan daha fazla aciliyet arzetmemektedir. Şunu açıkça ifade edeyim: Türkiye, Suriye’nin kimyasal silah stokunun tasfiyesi için ABD ile Rusya arasında varılan anlaşmayı memnuniyetle karşılamakta ve desteklemektedir. Bu anlaşma, somut bir BM Güvenlik Konseyi kararına tahvil edilmelidir. Bu stok tamamıyla imha edildiğinde, Suriye halkı ve bölge rahat bir nefes alacaktır. Suriye’nin komşusu olarak Türkiye, bu silahların tamamen ve doğrulanabilir şekilde imhasını herkesten daha fazla istemektedir. Ancak, bu silahların daha bir ay önce Suriyeli sivillere karşı kullanıldığını göz ardı edemeyiz.
İnsanlığa karşı işlenen bu suçun faillerinin, yaptıklarının hesabını vermesi ve adalete teslim edilmesi gerekmektedir.
Suriye’nin kimyasal silahlarına ilişkin bu anlaşmayı bir fırsat görüyorum. Bunun, Orta Doğu’daki tüm kitle imha silahlarının tasfiyesini sağlayacak bir güvenlik mimarisinin oluşturulması yönündeki ilk adımı teşkil etmesini ümit ediyorum.
SURİYE GİBİ BÜYÜK BİR ÜLKE VE BÜYÜK BİR MİLLET KENDİ KENDİNİ TÜKETMEKTEDİR
Bununla birlikte, Suriye’deki duruma yönelik yakın geçmişteki yaklaşım, bazı zor soruları da beraberinde getirmektedir: Eğer kimyasal silahlar kullanılmamış olsaydı, uluslararası toplum yüzbinden fazla insanın ölümüne gözlerini kapatmaya devam mı edecekti?
Biz burada konuşurken dahi öldürülmeye devam edilen insanlara karşı ahlaki sorumluluğumuzu yerine getirmekten daha ne kadar kaçabiliriz? Bu çatışma kimyasal silahların kullanılmasıyla başlamamıştır, bu silahların imhasına yönelik bir anlaşmayla da son bulmayacaktır. Bu itibarla, masum insanların öldürüldüğü gerçeğinden değil de, sadece öldürülme şeklinden rahatsız olan her türlü tutumu şiddetle reddediyoruz. Böyle bir yaklaşım, gayrı ahlakidir ve hiçbir şekilde kabul edilemez. Suriye’nin kimyasal stokunun imhasına ilişkin anlaşma, rejiminin işlediği diğer suçların hesabını vermesinden kaçmasına fırsat tanımamalıdır. Suriye gibi büyük bir ülke ve büyük bir millet kendi kendini tüketmektedir.
BM GÜVENLİK KONSEYİ’NİN SURİYE’DE ASLİ SORUMLULUĞUNU YERİNE GETİRMEDEKİ BAŞARISIZLIĞI UTANÇ VERİCİDİR
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Suriye’de asli sorumluluğunu yerine getirmedeki başarısızlığı utanç vericidir. Siyasi farklılıkların, güç dengesine dayalı politikaların ve jeo-politik mülahazaların bu trajediyi sonlandırma gereğinin önüne geçmesi esef vericidir. Aynen devam etmek bir seçenek değildir. Bu trajedi başladığında önce yüzlerce kişinin öldürüldüğünden bahsediyorduk, sonra bu sayı binler, onbinler oldu. Şimdi ise yüzbinden fazla kişinin hayatını kaybettiğinden söz ediyoruz. Bu çatışmayı hemen durduramazsak, gelecek yıl bu sayının iki katından bahsedeceğimizden hiç şüpheniz olmasın. Kimyasal silahlar konusundaki anlaşmanın, Suriye’deki krizi çözmeye yönelik kapsamlı bir siyasi stratejiyi ikame etmesine izin verilmemesi gerektiğini ne kadar vurgulasam azdır. Suriye’deki çatışma, bölgesel barış ve güvenliğe ciddi bir tehdide dönüşmüştür. Soğuk Savaş döneminin vekalet savaşlarının tekerrür etmesi, Suriye’yi daha derin bir kargaşaya sürükleyecektir. Daha önceki birçok vesileyle öğrendiğimiz üzere, mülteci krizinin devamı, mültecileri misafir eden ülkeler için büyük sosyal, siyasi ve ekonomik riskler yaratacaktır.
İç savaşlar, en acımasız çatışmalardır. İç savaşların, radikalleşme ve aşırıcılığı nasıl beslediklerini de biliyoruz. Aşırı gruplar bir ülkede kök saldıklarında, özerk yapılar oluştururlar ve sadece o ülkede değil, o ülkenin sınırları dışında da, ciddi bir güvenlik tehdidine dönüşürler. Sonuçta, bu tür örgütlerin tasfiyesi, bir ülkede güvenliğin sağlanmasının önündeki en büyük zorluk olur. Bu tehdidin farkında olmalıyız ve kararsız kalarak kaybedilen her gün, Suriye’de barışa ulaşma imkanından biraz daha uzaklaşıldığını idrak etmeliyiz. Suriye halkının rejime başkaldırmasının ardından, halkın davasını destekleyen, güçlü ifadelerle ve vaatlerle dolu çok sayıda uluslararası açıklama yapıldı. Bu net taahhütler Suriye halkının ümitlerini arttırdı. Ancak, pek çok ülke, uzaklığın rahatlığını yaşarken, sadece Suriye’den yansıyan korkunç görüntülerden rahatsız olmakla yetindi. Suriye halkının yardım çağrıları ise duymazdan gelindi.
SURİYE HALKINI KADERİNE TERK EDEMEYİZ VE ETMEMELİYİZ.
Suriye halkı, yirmibirinci yüzyılın en vahim katliamını yaşarken, uluslararası toplumun sadece seyirci kalmasının yarattığı hayal kırıklığının yerini ne tutabilir? Bu tespit, beni ne yapılması gerektiği sorusuna getiriyor. Barışçıl bir çözüm için, amaçları iyi belirlenmiş ve iyi hesaplanmış mantıklı bir strateji geliştirilmelidir.Bu strateji, Suriye’deki iç savaşı bitirmeyi, Suriye halkının emniyet ve güvenliğini derhal sağlamayı ve ülkede istikrarlı geçişin sağlanmasını hedeflemelidir. Böyle bir stratejinin kuvveden fiile geçirilmesi için kararlı ve güçlü bir uluslararası angajman gereklidir. Krizin başlangıcından bu yana eksik olan da aslında budur. Suriye halkını kaderine terk edemeyiz ve etmemeliyiz. Suriye’nin acısını dindirme sorumluluğu, artık uluslararası toplumun omuzlarındadır. Güçlü destek mesajlarına artık gerçek eylemler eşlik etmelidir. Bu amaçla, BMGK’nin Beş Daimi Üyesi ve Suriye’nin komşularının liderliğinde bir siyasi strateji oluşturmalı ve uygulamalıyız.
Son üç yıldır Orta Doğu büyük bir sosyal ve siyasi değişim sürecinden geçmektedir. 2010 yılında başlayan dönüşüm süreci, bölgedeki yüz yıllık statükonun sonunu getirmiştir. Elbette, değişime karşı tepki dalgaları oluşmaktadır ve oluşacaktır. Bununla birlikte, Tunus, Libya ve Mısır dahil bölgedeki gelişmeler geri döndürülemez. Arap halkları da, diğer toplumlar gibi, çoğulcu toplumlar inşa etmeye eşit derecede muktedirdirler. Ancak, bu yeni siyasi sistemlerin bir gecede olgun demokrasilere dönüşmesini beklememeliyiz.
Toplumların uzlaşmanın değerini kavrayabilmeleri, yavaş, fakat kesintisiz demokratik süreçler sonunda mümkün olmaktadır. Arap halklarının haklı davaları, tam ve tereddütsüz desteğimizi hak etmektedir.
UZLAŞMIŞ VE BİRLEŞİK BİR FİLİSTİN CEPHESİNİN MEVCUDİYETİNE DE İHTİYAÇ VAR
Filistin sorununun yarım yüzyıldan fazla bir süredir devam etmekte olması, adalet kavramını derinden zedelemektedir. Filistinlilerin kendi devletlerine sahip olma hakkını inkârın, ne ahlaki, ne siyasi ne de hukuki bir zemini vardır. Uluslararası toplumun ısrarlı çağrılarına rağmen Filistin topraklarındaki yasadışı yerleşimlerin genişletilmeye devam edilmesi, iki devletli çözüme ulaşma şansını azaltmaktadır.
Barışa olan ihtiyaç aşikardır. Bu itibarla, ABD’nin himayesinde taraflar arasında başlatılan görüşmeleri memnuniyetle karşılıyor ve güçlü biçimde destekliyoruz. Bu çabaların başarısı, İsrail Hükümeti’nin toprak bütünlüğüne sahip, yaşayabilir bir Filistin Devleti kurulmasını kabul etmesine bağlıdır. Ayrıca, uzlaşmış ve birleşik bir Filistin cephesinin mevcudiyetine de ihtiyaç vardır.
KIBRIS MESELESİNİN ÇÖZÜMÜ, İSTİKRARLI VE BARIŞ İÇİNDE BİR DOĞU AKDENİZ İÇİN ELZEMDİR.
Bu, bizi inandırıcılığımızla ilgili bir diğer konuya, Kıbrıs meselesine getiriyor. Barışçı bir çözüme ulaşmaya yönelik müteaddit girişimler, Annan Planı’nın 2004’te reddedilmesi de dahil, başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Türkiye, garantör devlet olarak, adil ve müzakere edilmiş bir çözüm bulunması hedefine tam anlamıyla ve samimiyetle bağlıdır. Bu nedenle uluslararası toplumun, sonuca odaklı ve belirli zaman çerçevesine bağlı müzakerelere iyi niyetle başlanmasını Kıbrıslı Rumlara kabul ettirmesini bekliyoruz. Bu sorunu çözmesi gerekenler Kıbrıslı Türkler ve Rumlardır. “Eğer”ler ve “ama”lar olmaksızın, en geç önümüzdeki ay müzakerelere başlamalarını bekliyoruz.
Kıbrıs meselesinin çözümü, istikrarlı ve barış içinde bir Doğu Akdeniz için elzemdir.
DAĞLIK KARABAĞ
Dağlık Karabağ ihtilafının barışçı çözümü için açık bir çağrıda bulunuyoruz. Kafkasya’da toprak bütünlüğü temelinde kapsamlı ve sürdürülebilir barışın tesisi çabalarına desteğimiz devam etmektedir. İşgal altındaki topraklardan kademeli olarak çekilmeyle birleştirilecek bölgesel ekonomik işbirliği ve kalkınma odaklı kapsamlı bir strateji önerdik. Bunun bölgesel barış için sağlam bir temel oluşturabileceğine inanıyoruz.
Bölgesel işbirliğine ihtiyaç duyulan diğer bir coğrafya ise Balkanlar’dır. Son birkaç yıldır Türkiye, tüm Balkan uluslarıyla güçlü ilişkiler kurma çabalarına hız vermiştir. Hedefimiz bir diyalog, güven, karşılıklı anlayış ve uzlaşı atmosferi yaratmaktır. Güvenli, müreffeh ve barışçı bir Afganistan olmasında hepimizin çıkarı vardır.Burada da, bölgesel işbirliği ve sahiplenme şarttır. Bu sebeple, Afganistan, Pakistan ve Türkiye arasındaki Üçlü Zirve Süreci’nin kurulmasına yönelik çabaları bizzat başlattım ve önderlik ettim.
2007’den bu yana bu süreçte gerçek anlamda ilerleme sağlandı. Yeni başarılara imza atılacağına da inanıyorum.
TERÖRİZME KARŞI ETKİN ULUSLARARASI İŞBİRLİĞİ, TÜRKİYE İÇİN ANA BİR ÖNCELİK OLMAYI SÜRDÜRMEKTEDİR
Hepimizi ilgilendiren bir diğer önemli konu terörizmdir. Bu gerçek bir tehdittir, son derece tehlikelidir, insanlığa karşı suçtur ve mutlaka yenilmesi gerekir. Bunu ancak “benim teröristim/senin teröristin” ayrımlarından kurtulduğumuzda başarabiliriz. Terörizme karşı etkin uluslararası işbirliği, Türkiye için ana bir öncelik olmayı sürdürmektedir.
İSLAMOFOBİ MAALESEF IRKÇILIĞIN YENİ BİR TÜRÜ HALİNE GELMİŞTİR
Fakat, dikkat etmemiz gereken bir mesele daha mevcuttur. İslamofobi maalesef ırkçılığın yeni bir türü haline gelmiştir. Dünya üzerindeki milyonlarca barışsever Müslümandan soyut ve hayali bir düşman yaratmayı hedeflemektedir. İfade özgürlüğünü korumak ile inanca saygıyı muhafaza etmek arasında bir denge tesis edilmesi elzemdir.
Türk STK’larının sağlık, eğitim ve kapasite inşası alanlarındaki katkılarıyla birlikte, Türkiye’nin toplam insani yardımları yıllık 2 milyar Dolar’a ulaşmaktadır. Somali’deki varlığımız örnek niteliğindedir. Bu ülkeye bugüne kadar 300 milyon ABD Doları tahsis etmiş bulunmaktayız. Afrika’ya yaklaşımımız eşit ortaklık anlayışına dayalıdır. Bunu en veciz şekilde bir Afrika atasözü yansıtmaktadır: ‘Hızlı yol almak istiyorsan, yalnız git. Ama uzun yol katetmek istiyorsan, birlikte gidin’. Türkiye için Afrika’yla ilişkiler temel öncelik olmaya devam etmektedir.
BM GÜVENLİK KONSEYİ ÜYELİĞİMİZ İÇİN DESTEK BEKLİYORUZ
Türkiye, 2015-2016 döneminde BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine adaydır. Seçildiği takdirde Türkiye, Güvenlik Konseyi’ne herkesi dinleyen ve diyalog yoluyla kapsamlı ve kalıcı çözümler bulmaya çalışan bağımsız bir ses getirecektir. Adaylığımız için tüm üyelerin desteğini bekliyoruz.” dedi.